IQNA

İran ve İsrail'in askeri yaklaşımlarının uluslararası etik açısından karşılaştırılması

11:54 - April 16, 2024
Haber kodu: 3483965
IQNA - İran'ın "Sadık Vaat" operasyonunda Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51. maddesine dayanarak işgal altındaki toprakların derinliğini hedef almasıyla Orta Doğu'da güç dengeleri bir kez daha İran lehine değişti.

İran Devrim Muhafızları Havacılık ve Uzay Kuvvetleri'nin İHA ve füze birlikleri, 14 Nisan'da 300'den fazla balistik füze ve insansız hava aracı ateşleyerek işgal altındaki bölgelerdeki askeri mevzileri hedef aldı. Siyonist rejimin savunma sistemi İran'ın saldırılarının bir kısmını karşılasa da bazı kaynaklar Negev çölündeki Nevatim ve Ramon üslerinin vurulduğunu bildiriyor.

Askeri uzmanlar ve genel izleyici kitlesinin belki de "Sadık Vaat" operasyonunun herhangi bir tezahüründen daha çok dikkatini çeken nokta, İran silahlı kuvvetlerinin Siyonistlere yanıt olarak herhangi bir sivil, hatta diplomatik merkezi hedef almaması ve savaşın temel ilkelerine bağlı kalmasıdır.

Son iki gün içerisinde tüm bölgesel-uluslararası medya ve düşünce kuruluşlarının manşetlerinde, İsrail'in Şam'daki terör saldırısına İran'ın meşru tepkisi ve bunun Orta Doğu'nun güvenliği açısından olası sonuçları ele alınıyor. Bazı uzmanlar, bu saldırıyı Siyonistlerin bölge ülkelerine yönelik saldırganlığını durdurabilecek gerekli ve istikrar sağlayıcı bir önlem olarak değerlendiriyor.

Bazı uzmanlar ise İran'ın misilleme operasyonunun Siyonistler tarafından kötüye kullanılabileceğine ve Tahran ile Tel Aviv arasında yeni bir doğrudan çatışmanın başlamasına neden olabileceğine inanıyor. Yukarıdaki iki yaklaşımdan bağımsız olarak kesin görünen şey, İran İslam Cumhuriyeti'nin "intikam" vaadini yerine getirdiği ve aynı zamanda sivillerin hayatlarını korumaya yönelik ahlaki ilkelere saygı duyduğudur.

İsrail'in Şam'daki İran konsolosluk binasına yönelik terör saldırısı hukuki açıdan farklı boyutlarda yorumlansa da nihayet İranlı üst düzey yetkililer, uluslararası hukuk uzmanlarıyla birlikte Suriye'deki saldırıyı İran topraklarına yönelik bir saldırı olarak değerlendirerek Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51. maddesi uyarınca "meşru müdafaa" ilkesi gereğince İsrail'in saldırısına kesinlikle karşılık verilmesi gerektiğini belirtti.

İran Devrim Muhafızları, İsrail'in altyapısını ve askeri üslerini tamamen yok etme kabiliyetine sahip olmasına rağmen, işgal altındaki bölgeleri hedef almayı ve sırf iki taraf arasındaki dengeyi yeniden sağlamayı tercih etti. Aslında bu operasyon, İsrail'e "son darbeyi" indirme girişimi değil, caydırıcılık yaratmayı ve Tel Aviv ile ateş hatlarını yeniden çizmeyi amaçlayan bir saldırıydı. Yukarıdaki noktayı anlamak, izleyicinin İran'ın İsrail'e saldırısını ve savaşın kapsamını genişletmekten kaçınmanın gerekliliğini doğru bir şekilde analiz etmesine yardımcı olacaktır.

"Sadık Vaat" operasyonunun seyrindeki belki de en önemli konu, İran İslam Cumhuriyeti'nin sivillerin güvenliğini sağlama isteğiydi. Devrim Muhafızları Ordusu, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde işlediği suçların aksine, düşmanın üssünü hedef alma bahanesiyle herhangi bir yerleşim bölgesini, ibadet yerini, hastaneyi, fırını, okulu ve su deposunu hedef almadı.

İsrail'in savunma sistemlerinin kitlesel ve birleşik direniş saldırılarına karşı oldukça yetersiz olduğu göz önüne alındığında şunu söyleyebiliriz ki, eğer Tahran'ın sivillerden kayıplar alma iradesi olsaydı bu hedefe ulaşmayı planlamak çok da kolay olurdu. Ancak Tahran, savaşın etik ilkelerini gözeterek ve askeri hedeflere saldırarak Siyonistlere savaşın etiğini bir kez daha hatırlatmaya ve İsrail'in sorumsuz liderlerine savunmasız Gazze halkına karşı uygun bir model göstermeye karar verdi.

33 binden fazla sivil kadın ve çocuğun öldürülmesi ve Gazze Şeridi'ndeki hayati altyapının çoğunun tahrip edilmesi, Siyonist rejimin apartheid ve ahlak dışı sistemini kanıtlayan belki de en önemli belgedir. Soykırım döngüsünde sadece Gazze'deki yerli halk değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler'in çeşitli birimlerine veya diğer sivil toplum örgütlerine ve uluslararası gruplara bağlı güçler de İsrail terör makinesinin hareketli hedefleri haline geldi.

Örneğin iki hafta önce Gazze Şeridi'ne yiyecek dağıtmak için giden "Dünya Merkezi Mutfak" konvoyu Siyonistler tarafından hedef alınarak 7 çalışanını kaybetti. İsrail ordusunun resmi sözcüsünün bu teör saldırısını savaş alanındaki doğal bir hata olarak görmesi ve İsrail'in bu insanlık dışı suçu telafi etmek için resmi olarak özür dilemeyi reddetmesi de Tel Aviv'in ahlaki ilkelere bağlı olmadığını ortaya koymaktadır.

Savaşın yol açtığı bulaşıcı hastalıklar, açlık ve kıtlık gibi sorunlar ve Filistinlilerin en temel ihtiyaçlarının bile karşılanamaması, Gazze'yi vicdan ve insan ahlakının çiğnendiği en büyük mekan haline getirdi. İsrail'in işlediği suçlar o kadar açık ve şiddetli ki, Batılı ülkeler Gazze'deki olaylar hakkında gençlerine yalan söyleyemez ve bir kez daha ikiyüzlü bir şekilde insan hakları bayrağını kaldıramaz hale geldiler.

Sonuç:

Tahran ile Tel Aviv arasındaki gerilimin benzeri görülmemiş bir şekilde artması, dünya güçleri ve İsrail'in Batılı destekçileri için, Gazze savaşı er ya da geç sona ermezse uluslararası toplumun Orta Doğu'da alevlerin yükselmesine hazırlanması gerektiği konusunda bir uyandırma çağrısıdır.

Başka bir deyişle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, iktidarda kalabilmek ve rejimin Gazze'de gerçekçi olmayan hedeflerine ulaşmak için kadın ve çocukları öldürmek ve İran konsolosluk binasını hedef almak gibi ahlak dışı eylemlerden kaçınmayacağını göstermiştir. Böyle bir durumda, Siyonist rejimin son dönemdeki saldırganlığına tepki olarak İran İslam Cumhuriyeti silahlı kuvvetlerinin gerçekleştirdiği misilleme operasyonunda sivillerin hayatını göz önünde bulundurması son derece ahlaki görünmektedir.

captcha